Entrika bilmezdik biz. Çelik çomak, körebe, saklambaç, evcilik, misket tutkunlarıydık. Zaten televizyonda yoktu önceleri. Haberleri kulaktan kulağa, evine, iş yerine gazete alanların okuduklarını aktardığı kadar bilirdik. Ama elimize geçen her kağıt parçasını okumaya çalışırdık. Kitap bulabilenler kapağı çabuk eskimesin diye kaplardı. Okununca özenle arkadaşa, eşe dosta sunulurdu kah hediye , kah emanet olarak.
Okudukça düşünürdük. Gelişirdik farkında olmadan.
Çoğu akşamlar komşular doluşurdu evimize. Akşama doğru evin içini kaplayan güzel yemek kokularının arasında beklenirdi evin babası özlemle. Her akşam aynı ritüelle yemek masasını çevrelerdi aileler, en bata evin babası, sağında solunda çocukları. İştahla annenin hazırladığı yemeğin sofraya gelmesi beklenirdi.
Komşular geldiğinde snulan ikramlar eleştirilmek için değil, sohbeti tatlandırmak içindi.
İlk televizyon geldiğinde evimize, Uzay Yolu’nu ve hatta ibrikli maşrapayı bile gzöümüzü ayırmadan eve toplanan tüm komşularla beraber serederdik. Un helvası kokuları arasında geçen saatlerde.
Issız değildik. Yalnız hiç değildik. Güvenle bakabiliyorduk yarınlara. Paran yoksa borç alırdın. Öderdin. Sıkışanın yanında, hastanın, cenaze sahibinin evinde olunurdu her şartta.
Dünler güzeldi. Dünde kaldı ne yazık ki…