Pakize Suda’yı sever sayarım. Geçmiş yıllarda yaptığı sabah programına konuk olduğumda tanışmıştım. Hatta 20’lik kızlara adeta taş çıkartan görünümüne hayranlığımı hala sürdürürüm. Aşk ve kadın – erkek ilişkileri üzerine konuşmayı da sever. Tüm mutsuz kadınlar gibi mutlu göründüğünü düşünürüm.
Bu Pazar köşe yazısını yine evlilik üzerine hazırlamış. Evliliğe Fatih Altaylı’nın ‘eğer herkesin düşündüğüne tersinden bakıp savunuyorsan gazetecisin’ sözüne uygun gazetecilik göstermiş. Ben gazeteci olmadığım ve hep inandığımı söylediğim için bu yazıya itirazlarım var.
En başta kendini ‘özgürlük manyağı’ olarak tanımlamasına. Özgürlük kelimesi, anlamını aşarak bugünlerde her cümleye yapıştırılır oldu. Can simidi mübarek. Oysa, Suda özgürlük yerine ‘YALNIZLIK’ kelimesini kullanabilirdi. Çünkü, evliyken de özgür kalabilirsiniz. Tabii doğru evlilik yaptıysanız.
Evlilik ve aile olmak Dünya’nın en güzel nimeti. Eşim geçen ay ameliyat oldu. Ve onu yalnız bırakmamak için kuaföre bile gitmek istemedim. İçimden gelmedi. Kimse beni zorlamadı. Kimse bana görev olarak geceleri o acı çekerken başında bekle demedi. Bekledim. İsteyerek. Gönülden. Onunla onun her halini yaşamayı sevdiğimden.
Eşin hasta iken terketmek ayıplanmamalı diyenler, önce dönüp kendilerine ne kadar dost, ne kadar insan olduklarına bakmalı. İnsanlık hali diyemeyiz gidenlere, gitmeyi normal bulanlara. Mahkumiyet asla. Çünkü, insan görünümlü olmakla insanca davranmak ayrıdır.
Evlilik mahkumiyet ise, yalnızlık kendi ipini çekmek değil midir? Sadece kendi hayatını düşünüp eşine bile dost olamamak ne acı. Ya gerçek insan tanıyamamış, ya da bulduğunu yaşam tarzı nedeniyle kaybetmişsin demektir. Zaten mezarda tek başına kalacağız. Allah izin verirse. Bu ne acele?