
[themecolor]Horozla Tavuk[/themecolor]
İkisi de çalışıyor. Kadın adamdan bir saat kadar önce eve gelebiliyor. Üstünü değiştirip acele ile mutfağa yöneliyor. Birazdan kocası gelecek ve ilk olarak ‘ne yemek var?’ diye soracak.
-Henüz hazır değil. Cevabını vermek istemiyor. İyi bir eş olmanın gereği kocanın karnını doyurmak diye öğreten annesini hatırlıyor bir an. O benden daha şanslıydı. Çünkü çalışmıyordu. Yemek yapmaya bol bol vakti oluyordu diye içinden geçiriyor.
Yemeği pişmek üzere fırına koyduğunda kapı zilini duyuyor. Koşar adımlarla kapıya gidip açıyor. Kocası başı önde, yorgun ifade ile içeri giriyor. Kadının yüzüne bile bakmadan her gün tekrarlanan senaryodaki yerini alıyor.
– Ne yemek var? Derken çoktan kadına arkasını dönmüş, yatak odasına yönelmiş durumda. O da bir an önce soyunup eşofman ve atleti ile rahat etmenin gayreti içinde.
Kadın arkasından seslenerek cevap vermeye çalışıyor.
-Fırında İzmir Köfte, pilav.
-İyi diye cevap veren kocasının birazdan mutfağa geleceğini bildiğinden hazırladığı sofraya yemek servisini yapmaya başlıyor.
Adam mutfağa gelir gelmez masadaki yerini alıyor. Karısının sofraya oturmasını bile beklemeden sanki arkasından kovalayan varmışçasına yemeğini hızla yemeğe başlıyor. Karısı henüz yemeğini yarılamadan ilk tabağını bitiren adam kadının kendi yemeğini yarıda kesip kocasına ikinci yemeği servis etmesinin ardından aynı hızlı tempo ile yemeğine devam ediyor. Kadının bir ara,
-Günün nasıl geçti? Sorusunu sanki gereksiz bulmuşçasına başını öne doğru sallayıp, ardından;
-İyi diyerek geçiştiriyor. Karısının gününün nasıl geçtiğini merak edip sormak bir yana eve geldiğinden beri yüzüne bile hiç bakmadığının farkında değil.
Yemeği biter bitmez masadan her zamanki umursamazlık içinde kalkıp salona yönelen adama birazdan çay servisi yapması gerektiğini bilen kadın, masada toplanmayı ve yıkanmayı bekleyen bulaşıklarla baş başa kalıyor. Bir an evlenmeden önceki günler gözünün önüne geliyor. Buluştuklarında biraz daha sohbet edebilmek için uzattıkları yemek keyfini. Birbirleri ile konuşurken gözlerinin kenetlendiğini. Mutluluğu sürekli birlikte olmak, birlikte yaşamak zannettikleri günler film şeridi gibi gözünün önünden geçiyordu. O günlerde sevdiği adam iki dirhem bir çekirdek misali giyinirdi. Mis gibi kokardı. Esprili, sıcak ama en önemlisi KONUŞKAN dı.
-‘Çay vermeyecek misin? Diye içeriden bağıran kocasının sesi ile kendine geldi. Robotlaşmış bir halde çayı hazırladı. Salona geçtiğinde kocasını, elindeki kumanda aleti ile televizyonun karşısına kurulmuş halde buldu. Sıradan ve hiç değişmeyen bu görüntüyü seyretmekten bıkan kadın son bir çaba ile;
-Çaylarımızı içerken biraz sohbet edelim mi? diyiverdi.
Adam gözlerini televizyondan ayırmadan;
-Ne sohbeti? Ne konuşacağız ki? Diye cevap verince,
-Bilmiyorum. Ama her gece aynı şeyleri yapıyoruz. Sıkıldım. Eski günlerdeki gibi sohbetler etmek istiyorum. İlgine, şefkatine ihtiyacım var.
-Off. Bütün gün oradan oraya koşturup yorulmuşum. Eve gelip kafamı dinleyeyim diyorum. Evde de sen huzur vermiyorsun. Başlama yine. Diyerek kadının hatırlattığı görevlerinden kaçmak isteyen adam, terslediği karısını yaşayan bir ölü haline dönüştürdüğünü fark edemiyordu. Oysa oda karısı ile severek evlenmişti. Bir ömür boyu mutlu olmak istemişti. Sevdiği kadın sabahları uyandıklarında güler yüzlü olmalıydı. Evin içinde cilve böceği gibi dolaşacaktı. Gezecekler, eğlenecekler, sevişeceklerdi. Ama olmadı. Olamadı. Kira, fatura ödemeleri, krediler, eşya taksitleri, rutin hediyelerden arta kalanlardan dışarıda yemek yemeye bile bütçeleri olamaz hale gelmişti. Tek eğlencesinin televizyon olduğu düşüncesindeydi. Oturup ne konuşacaklardı? Tüm yorgunluğunun üstüne karısının saçlarını okşayacak hali bile yoktu. Evlilik buydu işte. Birlikte çalışıp, kazandıkları ile yaşamaya çalışacaklardı.
Adam yeniden televizyona odaklanmaya çalıştı. Olmadı. Kalbini kırdım mı? diye düşündü. Karısının yattığını fark etti. Yatak odasına yöneldi. Uyumuştu kadın. Hiç dile getirmediği yorgunluğu ile adeta sızıp kalmıştı. Yavaşça sokuldu karısının yanına. Canı sevişmek istedi. Uyanmak istemedi karısı. Zorladı. Uyandırdı. Horozun tavukla beraber olduğu kadar kısa süre içinde kendini rahatlattı. Yataktan kalktı. Kendince karısının gönlünü almıştı. Hâlbuki ortalıklarda adam diye dolaşan görüntü müsveddesinden başka bir şey olmadığını tekrar ispatlamıştı.
Gün sabaha kavuştuğunda kadın yine adamdan önce uyandı. Evlenmeden önce dalga dalga omuzlarından döktüğü saçlarını tüm mutsuz kadınla gibi ensesinde topladı. Kocasının başucundaki saat çalmaya başlamadan evden çıktığında, kendi kendine ilk kez;
-Konuşamıyorsak neden birlikte yaşıyoruz? Diye sordu.
Yukarıda anlattığım gerçek yaşam öyküsüdür. Danışanım olan hanım, bu soruyu kendine sorduğunda henüz 1,5 yıllık evliydi. Ardından bana başvurarak eşinden ayrılmayı düşündüğünü ama problemlerinin kaynağını öğrenmek istediğini söylemişti. Yaptığımız görüşmeler sonucunda ikisi de birbirine aşıktı. Ancak iletişim problemi yaşıyorlardı. Çözülebilir iletişim problemlerine müdahale edilmediği taktirde hayat ve evlilik çekilmez duruma gelir. Aşkınızı öldürmemek için iletişim becerilerinizi arttırmalıyız. Dediğimde onları eski günlerine dönüştürüp yardımcı olmuştuk. Lütfen görevlerimizi yaparken önce kendimizi sonra da eşimizi geri plana atmayalım. Önce konuşalım sonra zaten susabiliriz.
Evlilikler beklenildiği gibi yürümüyor.Erkekler kadınlar kadar evlilikte beklentileri az.Onlar evlilikten yemek ve yatak bekliyorlar ve kadını hiç düşünmüyorlar.Erkeklerde bir de şu düşünce hakim;Karım benim herşeyim,buna hizmetçilikte dahil.